7 Nisan 2009 Salı

Obama...

Herhangi bir milletin hayranı değilim, ama Sezar'ın hakkını teslim etmek gerek: Şu dünyada pazarlamayı en iyi bilen ulus Amerikalılardır. Bunu derken, Coca-Cola'larını, Nike'larını, McDonalds'larını, yani tüccarlık dahilindeki pazarlama çabalarını da bir kenara koyuyorum, onlar herkesin malumu zaten. Sheakespeare ileri görüşlü bir adam olsaydı, Venedik Taciri'ni yazacağına Amerikan Tacirini yazardı. Daha eğlenceli, daha heyecanlı.

Benim şahsi görüşüm odur ki, zaten pazarlamanın beşiği olduklarından olsa gerek, A.B.D.'de doğan her çocuk pazarlama kafasıyla doğuyor. Artık senelerce pazarlama bombardımanına maruz kaldıklarından mıdır bilemiyorum, ama kaç tane Amerikalı ile tanıştıysam, eğitimli ya da eğitimsiz, kadın ya da erkek, genç ya da yaşlı, bunların kafası pazarlamaya basıyor arkadaş. En dandik mahalle şirketini kuran bile hedef pazar diyor, konumlandırma diyor, müşteri odaklılık falan diyor. Şirketlerinin adını "Babamın soyadı" diye Becergen koymuyorlar misal.

Neyse, hal böyle olunca bu Amerikanyalılar, sokaktaki vatandaş tarafından pek bilinmeyen başka pazarlama faaliyetlerini de şahane yürütüyorlar. Bilimi pazarlıyorlar mesela, o yüzden en prestijli pazarlama dergileri A.B.D.'de, onlarda yayın yapacağız diye çatlıyoruz. Sanatı pazarlıyorlar, edebiyatı pazarlıyorlar.

Sonra yeri geliyor savaşı pazarlıyorlar. Bağdat üzerindeki yeşil ışıkları seyrediyorsun aval aval. Savaşla alakasız bir zamanda, savaşla alakasız bir yerde ve dahası savaşla alakasız bir nedenle petrole bulanmış karabatağa bakıp "vah vah" diyorsun falan. İzleyici 20 sene sonra bu filmden sıkılınca, bu sefer de barışı pazarlamaya başlıyorlar.

Obama geldi ya, bir iki gündür takip etmeye çalışıyorum (Yoksa ne yoğunluktan, ne yorgunluktan haber seyredecek vaktim bile yok aslında). Bir değişik halet-i ruhiye çöktü dünyanın üstüne, biz de içindeyiz tabii. Obama'ya diyecek bir şeyim yok, adam kibar, adam yakışıklı, adam eğitimli, uzaktan gördüğümüz kadarıyla da oldukça zeki. Dahası adam zenci, adam Kenya doğumlu, adam Hüseyin yani. Olumsuz hiç bir şey söylemiyor, cümlelere hayır'la, ama'yla değil evet'le, haklısınız'la başlıyor. Gülümsüyor, Obama gülümseyince biz de gülümsemiş sayılıyoruz. Öyle bir hal ki bu, sanki bu yorgun dünya yeniden canlanacakmış gibi geliyor. İzmir'de güneş açacak, bahar gelecek falan zannediyorum (Bu sene de ne yağdı be). Ozon deliği "Abi ben çok açıldım bir kapanayım artık" diyecekmiş gibi bir şey. Değişik yani. Dediğim gibi sadece bizde de değil. Adam nereye gitse böyle, Prag'da millet alkış kıyamet, Asya desen hakeza. Bugün bir CNN yazarının sorduğu gibi: "Dünya bir Amerikan Başkanını böyle bağrına basmayalı kaç yıl oldu?" Çok olmuş herhalde. Annemler JFK'i anlatırlardı da, ölünce dünyada yas olmuş falan, inanmadıydım. Çok olmuş hakikaten.

Neyse diyeceğim odur ki, bu iş nereye gidiyor şimdilik kestiremiyorum. Tek bildiğim, Amerika'nın son 30 senedir devirdiği dağları, bir Hüseyin tekrar yerine koyuyor. Artık adına pazarlama de, PR de, "hayır alakası yok, adamın kişiliği bu" de, önemli değil. Önemli olan insanların umutlanıyor olması ki, bu da bir şey. Yıllar önce Dave Mustaine, "Peace sells, but who's buying?" diye soruyordu, bugün sanki, yalandan da olsa, alıcı varmış gibi görünüyor.

İzliyoruz valla Hüseyin kardeş. İnşallah kişiliğindendir de, sen alıcı çıkarsın diye umuyoruz. Çok yoruldu bu dünya kandan, katliamdan, barışa çok ihtiyacımız var. Sen Anıtkabir defterine yazdın ya, ben de şu gariban bloguma bu notu düşeyim dedim. Bugünkü maruzatımız budur.