30 Kasım 2007 Cuma

AtlasJet kazasının ardından...

Bugün aslında yazmayı düşündüğüm farklı şeyler vardı. Okula gelirken radyoda AtlasJet uçağının Isparta Havaalanı yakınlarında düştüğünü öğrenene kadar. Her şeyden önce, kaybedilen 56 canın acısını dindirmenin imkanı yok. Umarım hepsinin yerleri cennettedir ve geride kalan yakınları ömürleri boyunca böyle bir başka acı yaşamazlar.


Daha çok yakın zamanda, 2003'te, benzeri bir kazayı Diyarbakır'da yaşamış olmamız hadisenin önemli boyutlarından birisi. Zira uçak kazaları, yapılan uçuş sayısına kıyasla oldukça nadir seyreder. İstatistiki olarak 1950-2005 yılları arasında yıllık kaza sayısı ortalama 30'dur. Bir uçak kazasında ölme olasılığımız 11 milyonda bir iken, motorlu taşıtlarda ise aynı oran 5000'de birdir. Bütün bu verilere bakıldığında, Türkiye'de son 5 yılda iki büyük kazanın olması, buna ek olarak yakın zamanda bir çok uçuşta camların çatlaması vb. gibi durumlarla kazanın eşiğinden dönülmesi bir şeylerin ters gitmekte olduğunu düşündürüyor insana.

Türk sivil havacılık sektörü son yıllarda büyük gelişme gösterdi. Özel havayollarının faaliyete başlaması ve uyguladıkları rekabetçi fiyat stratejileri ile uçakla seyahat oranı ciddi ölçüde arttı. Benim, bu ters giden şeyleri, ucuzlayan fiyatlara bağlamak gibi bir niyetim yok, nasıl olsa bir çok kişinin yapacak bunu. Bunun doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum, çünkü ucuz uçuş hadisesi bütün dünyada var olan bir şey, sadece bize biraz geç geldi. Kaldı ki, kaza istatistikleri de bunun böyle olmadığını gösteriyor. Demek ki, farklı bir şeyler var, ama onlar neyse, -yönetim anlayışı olabilir, insan faktörünün yeteri kadar kontrol altında tutulamaması olabilir-, bir an önce tespit edilip gerekli adımların atılmasını gerektiriyor.

Haberlerden takip ettiğim kadarıyla AtlasJet üst düzey yönetimi kaza sonrasında hemen bir açıklama yapmış. Bu, kriz yönetimi anlamında olumlu bir gelişme, çünkü böyle üzücü olaylardan sonra firmaların kamuya karşı önemli bir görevi var: Doğru ve doyurucu bilgi verme görevi. Hatırladığım kadarıyla Diyarbakır kazasından sonra ilk açıklama Ulaştırma Bakanlığı'ndan gelmişti, THY ise bir süre herhangi bir açıklama yapmamıştı. Bu sefer açıklama zamanında geldi, haberlerden anladığım kadarıyla AtlasJet'in iletişim danışmanlığını yürüten şirket de olaya anında müdahil olmuş. Tabii kriz yönetimi ve PR çalışmasının ilk olumlu adımı bir gün sonra gazetelere verilen ve buram buram reklam kokan ilanla -yıllardır yaptığımız onbinlerce uçuşta taşıdığımız milyonlarca yolcu (!)- doğrudan tersine döndü, o da apayrı bir mesele. Görünen o ki, bundan sonra Atlas Jet'i çok daha zor günler bekliyor.

Bu üzücü kazada kaybettiklerimiz arasında maalesef altı akademisyenimiz de yer alıyor. Boğaziçi Üniversitesi ve Doğuş Üniversitesi başta olmak üzere Türk akademi camiasının üzüntüsünü paylaşıyorum. Süleyman Demirel Üniversitesi'nde düzenlenecek olan bir konferansa katılmak üzere uçakta olan hocalarımızın hayatını kaybetmeleri sonrası konferansı iptal eden Süleyman Demirel Üniversitesi'ne de, bu kararları nedeniyle teşekkür ediyorum.

Umarım bir daha böyle kazalarla hiç karşılaşmayız.

*İstatistiki veriler www.planecrashinfo.com adresinden alınmıştır.

2 Kasım 2007 Cuma

Türk lokumuyla tatlı rüyalar

Dün gece haber bültenlerindeydi, bugün gazetelere de düştü. Rumlar bizim lokumu almış, Rum lokumu adıyla AB'de tescil ettirmiş.

Bizim gazeteciler de kameralarını kapıp Kapalıçarşı'ya koşmuşlar. Esnafa soruyorlar "Baba ne iş?" diye. Esnaf da açıyor ağzını yumuyor gözünü, kimisi "Bu bizim lokumumuz" diyor, "ellere vermeyiz", kimisi Yunan, Rum artık kimi bulursa giydiriyor, kimi AB'ye kızıyor. Zaten bu Yunanlar geçende de baklavayı tescil ettirmişler, şimdi sıra lokuma gelmiş. Özetle, bir kıyamet bir feveran, sorma gitsin.

Sesini biraz daha açtım, bekledim belki birisi de çıkar "İşte biz de baklavadan sonra lokumun tescil işlemlerine başladık, şunlar şunlar şunları da tescil sürecine girdik" der diye. Umut fakirin ekmeği. Tabii ki çıkmadı. Bağırışlar çağırışlar arasında haber bitti, öbür habere geçildi.

Sinir sahibi oldum. Ama Rumlara değil. Canım kardeşim, madem böyle bir tescil mekanizması var, sen neden uyuyorsun? Hadi baklavayı tescil ettirirlerken uyudun, sonra bir Allah'ın kulu da çıkıp "Hadi baklava gitti, biz önümüze bakalım" demedi mi? Demez mi? İngilizcesi "Turkish Delight" diye buna bir şey yapamazlar diye mi düşündün yoksa? "Nasıl olsa her milli maçın öncesinde ve sonrasına yabancı gazetelerde Turkish Delight'a gönderme yapılıyor, bizim lokuma bir şey olmaz" demişsinizdir muhtemelen.

Otur otur otur, uyu uyu uyu, ondan sonra da birisi bir şey yapınca kalk bağır çağır feveran et. Üç ay sonra döner tescil edilince -belki çoktan edilmiştir- o zaman bir haber daha çakarsın, Türk'e Türk gazını verir, kızgın kızgın takılırız. İki ay sonra da memleketin marka uzmanları bir konferansta bir araya gelir "Neden Türkiye'den dünya markası çıkmıyor" diye tartışırlar. Stratejin yok, vizyonun yok ey güzel insan. Ondan.

Mazhar Alanson'un dediği gibi. Türk lokumuyla tatlı rüyalar arkadaşlar. İyi uykular.